Doğruluk, peygamberliğin mihveridir. Peygamberlik doğruluk yörüngesi üzerinde hareket eder. Peygamberin ağzından çıkan her şey tasdik edalıdır. Çünkü onlar, hilaf-ı baki hiçbir beyanda bulunmazlar. Kuranı kerim bazı peygamberlerin büyüklüğünü anlatırken bize onların bu vasıflarından söz eder.

 

Cahiliye O'nu "Emin" tanımıştı

    Mekkeli O'na mücerret adıyla değil, ismine "el-Emin" sıfatını ekliyor ve öyle hitap ediyordu... evet, O bu sıfatıyla meşhurdu. Ne mutlu bizlere ki, bizler de sabah akşam söylenmesi müstahsen olan bir virdde O'nu böyle anıyoruz.

   Kabe tamir edilmiş ve hacerü'l-esved'in tekrar eski yerine konulması büyük bir mes'ele haline gelmişti. Kabileler kılıçlarını yarıya kadar sıyırmış ve herkes bu şerefin kendine ait olmasını istiyordu. Sonunda şöyle bir karara vardılar. ka'be 'ye ilk girenin hakemliğini kabul edeceklerdir. Herkes merakla bekliyordu.. ve tabii, Allah Resulünün hiçbir şeyden haberi yoktu. O'nun dosta-düşmana güven telkin eden gül yüzü görününce, oradakiler sevinçlerinden havaya zıplayıp 'Emin' geliyor, dediler O'nun hükmüne kayıtsız şartsız razı olacaklarını söylediler.

   Zira O'na güvenleri tamdı. Allah Resulü o gün henüz peygamber olarak vazifelendirilmemişti ama, herkesin itimat edeceği bir insandı ve bir peygambere ait bütün vasıfları üzerinde taşıyordu.

 

Sözünün eriydi

    Kırk yaşına kadar O'nun hilaf-ı vaki bir söz söylediğini veya sözünde durmadığını bir kimse, ne görmüş ne de duymuştu. Daha sonra sahabe olma şerefine eren bir zat diyor ki: 'Cahiliye devrinde Allah Resulü'yle bir yerde buluşmak üzere anlaşmıştık. Ben verdiğim sözü unuttum. Üç gün sonra hatırladığımda koşarak anlaştığım yere gittim.. baktım ki Allah resulu orada bekliyor. Bana ne kızdı ne de darıldı. Sadece: "Ey genç! Meşakkat verdin. Üç gündür seni burada bekliyorum" dedi.